Sakat Dans

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Alan Antakya'dan Didem Koban ve Süleyman Demirkol ile yeniden bir araya geliyor ve sakatlık ile dans arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor.

""
Sakat Dans
 

Sakat Dans

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 12 Şubat 2025 Çarşamba. Bir hafta önce programı kapatırken konuklarımdan birisi olan Süleyman, ‘Ya bir şey unutmadık mı?’ diye sormuş ve sonra da ‘Sakatlık ve dansı konuşmadık’ demişti. Ben de, ‘Bir daha ki hafta sadece bunu konuşalım’ demiştim. Yani bu hafta da konuklarım aynı; Süleyman Demirkol ve Didem Koban. Bir daha hoş geldiniz Apaçık Radyo’ya. Nasılsınız, iyi misiniz?

Didem Koban: Hoş bulduk, merhabalar.

Süleyman Demirkol: Hoş bulduk.

A.T.A.: Nasıl keyifler?

S.D.: Keyifler iyi, her şey yolunda, enerjimiz yüksek, üretmeye devam ediyoruz. 

A.T.A.: Yorgun ama mutlu bir görüntünüz var şu anda - dinleyenler göremiyor ama ben tarif etmiş olayım onlara.

S.D.: Evet, tatlı bir yorgunluk diyelim.

Dans Etmek için ‘Able’ Olmak Şart mı?

A.T.A.: Bir ilk sorum var diyordum ya, ‘kimsiniz ve ne yaptınız?’ diye, geçen hafta onu konuştuk, onu pas geçiyorum. Bugün ‘sakatlık ve dans’ konuşacağız demiştik ve ben üç tane alt başlık seçtim, size de gönderdim, onları teker teker sorarak isterseniz programa başlayalım. İlk başlığım şu idi; ‘Dans etmek için ‘able’ olmak şart mı?’ - ‘disable’, ‘sakat’ demek İngilizcede, sakat olmayanlara da ‘able’ diyebiliriz. ‘Able’ olmak gerekiyor mu dans etmek için? İki tane dans profesyoneline bunu sormuş olayım, öyle başlayalım isterseniz.

D.K.: Tabi ki ederler, hiçbir mahsuru yok ve hatta bunun çok güzel örnekleri de var. Benim aynı bölümden mezun olduğum bir arkadaşım, uzun yıllardır, neredeyse 24, 25 yıldır ABD’de, yurt dışında yaşıyor ve bir topluluğu var. Zaman zaman bir araya geliyorlar ve güzel işler, projeler çıkartıyorlar, turne yapıyorlar. Yani herkes dans edebilir. 

A.T.A.: Arkadaşın sakat bir birey mi?

D.K.: Hayır, değil ama orada bir şekilde arkadaşlarla bir araya gelmiş ve o topluluğu kurmuşlar. 

A.T.A.: İsimleri nedir?

Video file


Onur Topal-Sümer (Atlanta-ABD)

D.K.: Atlanta’dalar, linkini paylaşırız ve çok da güzel işler yapıyorlar. Depremden sonra benim şöyle bir tecrübem oldu; bulunduğumuz binada bir tane fizyoterapist arkadaşımız var ve ona gelen genç bir arkadaş vardı. Bana, ‘Dans okulu ile ne bağınız var?’ diye sordu. Ben de ‘Dans kursumuzda çocuk ve gençlerle çalışıyoruz’ dedim kendisine. Depremde bir bacağını kaybetmiş, ampute olmuş. Diğer bacağını da kurtarabilmek için fizyoterapiste geliyordu. ‘Ben dans etmeyi çok seviyorum, dans etmek istiyorum. Yapabilir miyim?’ diye sordu. ‘Yaparsın elbette. Bununla ilgili bir ön araştırma yapayım, bir arkadaşım var, ona danışayım. Buradan hareketle belki bir şey yapabiliriz’ dedim. Sonra ben Atlanta’daki arkadaşım Onur’a sordum, durumu aktardım, ‘Ne önerirsin, ne yapmamız gerekir?’ diye sordum. O da kendi serüvenini bizimle paylaştı, zorlukların bulunduğunu söyledi. Beraber iş üretirken mental zorluklar yaşanabildiğini aktardı - o tabi bir koreografi gözü ile bakıyor. Sakatlar ile dans çok başka ve o derece de kıymetli bir alan. Bence herkes dans etmeli ve dans edebilmeli. 

A.T.A.: İsmi neydi o arkadaşının?

D.K.: Arkadaşım Onur Topal

A.T.A.: Belki onu da ileride konuk alırız, kendi deneyimini paylaşır. Süleyman, sen ne söylemek istersin bu konuda?

S.D.: Didem’in de bahsettiği gibi, hiçbir engel yok ve hiçbir engelin olmaması da gerekiyor. Hatırlarsanız, iki ya da üç hafta önce Kültürhane’deki Hayatta Kalma Sanatı kısa filmi sonrasındaki söyleşide bir şeyden bahsetmiştim - masa ayağı örneğini vermiştim. 

A.T.A: Evet. Ben de geçen haftaki Sakat Muhabbet programında onun vurgusunu yapmış, o sayede sizi konuk almayı düşündüğümü söylemiştim. Orada da sen, ‘Masa ayağının biri koparsa onu atmayalım, bu yeni form ile kullanmaya devam edelim’ gibi bir şey demiştin. 

Fatih Bayram (Break Dance)

S.D.: Doğuştan engelli arkadaşlarımız da var çevremizde. Onlar kendi bedenlerini kabullenip hayata tutunmuşlar yani bunu kabul etmekle başlıyor her şey ve bence hareket de ona göre form alabiliyor. 
Benim İskenderun’da iki bacağını da kaybetmiş bir arkadaşım var. Bütün güç kollarında ve breakdance ile ilgileniyor, ismi de Fatih Bayram. Ben onun da linkini atayım size, belki bir gün Fatih’i de konuk etmek istersiniz çünkü onunla buradaki lise hayatı süresince uzun bir dönem çalıştık. Sokakta ve gösterilerde sürekli bir araya gelip performanslar üretiyorduk. Onun bedeninde keşfettiğim bir şey vardı; ayaklar yok, bütün güç kollarında ve normal yapıdaki bir insana göre inanılmaz güçlü bir arkadaşımızdı. Onun engeli sanırım doğuştandı. Konuk aldığınızda ondan da öğrenebilirsiniz bu durumu. 

A.T.A.: Ayakların ağırlığı olmadığından onu kendi lehine kullanıyor da olabilir dans etme yetisi açısından.

S.D.: Aslında bir engel yok, beden de ona göre form alıyor. 

Mehmet Sefa Öztürk (Bale)

D.K.: Benim de balet bir arkadaşım var. Baleden mezun olduğu yıl, mezuniyet gününde çok elim bir trafik kazası geçirmişti ve felç olmuştu. O da aktif olarak Türkiye’de dans eden kişilerden biri: Mehmet Sefa. Hala da devam ediyor üretimlerine. Gelecek vaad eden bir dansçıydı, çok iyi bir baletti. 

A.T.A.: Ama hala öyle galiba. ‘Baletti’ diyorsun ya, sanki şimdi öyle değilmiş gibi.

D.K.: Evet. Onun için hocalarımız çok güzel şeyler söylüyorlardı.

A.T.A.: Türkiye ve bale dünyası için çok önemli bir isim anlamında söylüyorsun bunu diye anlıyorum.

D.K.: Aynen öyle ve bırakmadı, devam ediyor üretimlerine, çok güzel şeyler yapıyor. Hiçbir şey engel değil hareket etmeye de, dans etmeye de.

A.T.A.: Çıtayı bir parça yükselteceğim şimdi; Mehmet Sefa, Mehmet Bey, o kazayı sınavdan bir gün önce yaşasaydı yani bale okuluna girmeden önce yaşasa ve sınava sakat hali ile girseydi okula alınır mıydı? Sakat olma hali dans okullarına giriş sırasında bir dezavantaj mı, bunu açmak için soruyorum aslında.

D.K.: Almıyorlar ama şöyle bir durum var. Mehmet Sefa zaten mezun olmuştu, bale bölümünü bitirmişti. 

Kör Bir Birey Dans Okullarına Alınabilir mi?

A.T.A.: Yok, onu anladım. Ben burada afaki bir şey soruyorum aslında. Dans tutkusu ile yanıp tutuşan biri var diyelim ve bu kişi de mesela kör bir birey. Dansçı olmak istiyor kendisi. Şu anda biraz zihinleri zorluyorum aslında, zihin jimnastiği yapıyorum şu anda ki alınmıyordur muhtemelen ama alınabilir mi? Çünkü sakat kaldıktan sonra dans edilebiliyor ise dans okullarına da alınabilir diye düşünüyorum sakat bireyler. Siz de bu eğitim sürecinden geçtiğiniz için akademik olarak nasıl bakarsınız bu konuya?

D.K.: Dünyada işleyiş nasıl bilmiyorum ama baleye alırken çok ciddi elemelerden geçiriyorlar. Öyle ki ayak bilekleri açısından boyun açısına, omuz aralığından yüzün kemik yapısına kadar her detayı inceledikten sonra kabul ediyorlar. Balede durum bu ama ‘Çağdaş Sanat’ta ve ‘Modern Dans’da sınır olmamalı ve alınmalılar diye düşünüyorum. Şu an bildiğim kadarıyla ki yanlış bilgi vermek istemem ama yok diye biliyorum ama neden olmasın çünkü ben yapılan işlerden görüyorum ki bu arkadaşlar gayet güzel kendilerini ifade edebiliyorlar hareket ve dans ile. Bence olmalı.

A.T.A.: Şu anda bir deliyim ben ve kuyuya taş atıyorum aslında çünkü bunu dinleyenler, ‘Yok daha neler! Sakatlar ve dans okulu mu!!!’ filan diyecekler ama zaten bütün devrimler böyle olur. Birisi abuk bir şey söylüyor ve sonra da hayat ona doğru gidiyor. 

Programın da ortalarına bir yere geldik. Bu hafta sizden izin isteyip ben müzik seçsem olur mu, ne dersiniz?

S.D.: Olur tabi ki..

D.K.: Olur tabi.

14 Şubat Sevgililer Günü, Sakat Aşk / Seben ile Serim, Konuş Onunla (Hable Con Ella), Pina Bausch, Anne-Baba ve Sevgili

A.T.A.: Tamam, teşekkür ederim. Bugün 12 Şubat ve iki gün sonra da 14 Şubat yani Sevgililer Günü. Ona dair bir müzik seçimi olsun diye düşündüm. Bir de Sevgililer Günü’nün depremle şöyle bir ilgisi var; deprem olduğu hafta, o zamanlar ben iki haftada bir program yapıyordum Sakat Muhabbet olarak Açık Radyo’da. 6 Şubat’tan beş-altı gün sonra benim programımın günü vardı ve ben sevgili olan iki sakat arkadaşımı konuk edecektim, onlarla anlaşmıştık ama deprem olunca tabi kalmıştı. Buradan da Seben Ayşe Dayı ve Serim Berke Yarar’a selam göndereyim. Şu anda da evliler onlar. Hep içimizde kaldı, ‘Sakat Aşk’ yapamadık, edemedik diye.

Şimdi aradan iki sene geçti, bende de bir şeyler oldu, şimdi sizlerle paylaşacağım. Bu arada arkadaşımın da haberi yok, ona da sürpriz olacak bunları duymak. Geçen haftaki bölümde, ‘Bellek, Deprem, Dans’ı konuşurken Pina Bausch’u örnek vermiştim; Pina Bausch’un da içinde yer aldığı bir Pedro Almodovar filmi vardır: Konuş Onunla (Hable Con Ella). Benim en sevdiğim filmdir o. Hiç konuştuğunu görmediğim bir anne babanın çocuğuyum ki ben çocukken anne ve babalar konuşmaz diye zannediyordum çünkü babam annemle konuşmuyordu, asla da konuşmadı ve belki de Konuş Onunla filmi ile bu nedenle böyle güçlü bir bağ kurdum. İkisi de (annem ve babam) vefat ettiler ve biz sonrasında onların birbirine yazdığı aşk mektuplarını bulduk yani ikisi birbirine aşıkmış zamanında ama sonrasında ne olduysa böyle bir şey yaşamışlar ve konuşmuyorlardı. Hatta ben suflörleriydim onların. Annem bana diyordu, ‘Baban aç mı?’ diye. Konuş Onunla filminin benim için böyle de bir anlamı var. Benim de şimdi konuştuğum, anlaştığım bir arkadaşım var, çok da hoşuma gidiyor bu durum, çok da yeni oldu aslında. Bu şarkıyı hem ona, hem artık bu hayatta olmayan anne ve babama, hem de tüm Sevgililer Günü’nü yaşayacaklar için paylaşıyorum. Erkeklere de sesleniyorum, ‘Onlarla konuşun, onları dinleyin’ ricası ile bu şarkıyı armağan etmek istiyorum. Konuş Onunla filminin finalindeki parça ve bu müzik başladığında da perde açılır, Pina Bausch ve ekibi böyle salına salına sahneye girerler. Müzik Alberto Iglesias’tan ve eserin ismi ise “Raquel”. 14 Şubat için bu parça herkese gelsin diyorum.

Sağır Dans Mümkün mü: Dans Müzikten mi Gelir Yürekten mi?

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuklarım bir kez daha Didem Koban ve Süleyman Demirkol. Geçen hafta onlarla kendi eserlerini ve belleği konuşmuştuk. Bu hafta da sakatlık ve dans üzerine konuşuyoruz. İlk bölümde ‘Dans için ‘able’ olmak şart mı?’ dedik ve ikisi de ‘olur’ dediler. ‘Dans okullarına sakatlar da kabul edilebilir mi?’ dedik. ‘Bale biraz zor ama çağdaş dans belki, bir ihtimal’ dediler - kabaca özetliyorum tabi. Şimdi ikinci alt başlığımı söylüyorum; ‘Topal Dans, Sağır Dans, Kör Dans.’ Genelde topal dans var ama mesela sağır dansı bilemiyorum, dans için müzik şart mı, duymak gerekiyor mu? Biraz daha zihinlerimizi zorlayalım. Dans yürekten gelen bir şey mi, yoksa müzik ile olan bir şey mi, ne dersiniz?

D.K.: Ne kadar zor bir soru. Dans yürekten gelen bir şey ama ben kendim için söyleyeceğim bunu, çok bireyse bir cevap olacak. Ben ses evreninde yaşıyorum yani daha önce dinlemediğim bir müzisyen arkadaşıma eşlik ederken sadece parçayı dinleyerek bedenime ne geçiyor ve bedenimden nasıl dışarıya çıkıyor konusu benim için çok önemli. Ama sessizlik de var işin içinde ve bazen hiç müzik olmadan da sadece gönülden hissederek yaptığımız, aktığımız da oluyor. Ama ses benim için çok önemli ve ben ses ile kendimi var ediyorum.

A.T.A.: Süleyman?

S.D.: Bence müzik topluma ve izleyicilere dansın daha bir geçişini sağlıyor.

D.K.: Araç gibi mi?

S.D.: Evet, araç gibi aslında bence müzik. Ben mesela doğaçlamalarda herhangi bir müziğe ihtiyaç duymuyorum. Hatırlarsan geçenlerde, iki hafta önce olmuştu; Bellek Dans Tiyatrosu’nun provalarındaydık ve hemen okulumuzun yanında ağır hasarlı bir bina yıkılmıştı. Onun enkaz çalışması esnasında, iş makinaları çalışırken biz müziği kapattık ve pencereleri açtık. ‘Müziğimiz dışarıda, biraz onu dinleyelim’ dedim ve ona dair çok da güzel bir video hazırladık. Hatta videoyu sosyal medyada paylaştım, linkini atacağım size, herkesin izlemesini tavsiye ederim. Orada çıkan doğaçlamalarda makinanın çıkardığı ses ile herkes farklı bir duygu geçirdi bana göre. 

D.K.: Ama işte gene ses vardı.

S.D.: Ses vardı ama herkes farklı bir ritimde hareket ediyordu. Müzik sanki duyguları tercüme etme yolunda sadece araç oluyor bence.

A.T.A.: Ya zaten duymayan birini tahayyül edemiyoruz. Sessizliği biz bilemiyoruz, öyle bir dünyamız hiç olmadı. Belki de duymayan, işitmeyen birisini konuk alıp, ‘Sen de hareket etme, oynama, zıplama, dans etme ihtiyacı oluyor mu?’ sorusunu sormamız gerekir. Şu anda dans uzmanları siz olduğunuz için soruyorum bu soruyu çünkü bana da olmaz gibi geliyor ama belki de oluyordur, o dünyalara girmek gerekiyor belki de. 

D.K.: Evet, kesinlikle. Ben mesela tahayyül edemiyorum o hiç olmayan ses alemini çünkü her şey sesten ibaret. İnanılmaz bir ritim var doğada, insanda ve bedeninde. İnanılmaz bir ritim ve ses uyumu ile uyumsuzluğu var. Bu da performans anlamında bana özellikle çok yardımcı oluyor. Hatta kendimi tamamen o ses ile var ediyorum. Benim için ses ve müzik; ister deneysel olsun ister kurgulanmış bir beste olsun, çok farkediyor üretirken. 

S.D.: Şöyle diyebilir miyiz peki? Müzik sanki üretirken çıkan dansa ve harekete estetik sağlıyor. Müzikten bahsediyorum, sesten bahsetmiyorum. Doğanın ya da bir makinanın sesinden bahsetmiyorum - stüdyo ortamında yapılan müzik ve dansı bir araya getirdiğin zaman sanki bir estetik görüyoruz biz aslında.

D.K.: Depremden altı ay önce İzmir’den bir sivil inisiyatif Mahal Aura ile İzmir ve İstanbul’dan gelen ressam ve müzisyen arkadaşlarla bir proje yaptık Antakya’da.  Buradaki ahşap ve demir zanaatkarlarının atölyelerine girdik. Mesela bir demir atölyesine girdik ve orada doğaçlama olarak beraber performans yaptık, oradaki atık demir parçalarını herkes alıp bir ritim oluşturdu yani hiç kurgulanmış bir şey olmadan biz sadece o sesleri dinleyerek bir performans yaptık mekanda. Gene dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Kurgulanmadan, doğaçlama üretilen o sesler çok güzel geçiyor bedene. Bu nedenle ses benim için, bir dansçı olarak çok önemli. 

S.D.: Peki duymayan için?

D.K.: İşte onu düşünüyorum, nasıl da zor bir şeydir - hayal de edemiyoruz. 

A.T.A.: Belki bir yolu vardır, biz bilmiyoruz ama onlara sormak lazım nasıl oluyordur diye. Bir de siz, ‘Başka sesleri dinlemek’ deyince Orhan Veli’nin, ‘İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı’ şiiri geldi aklıma. Tam da budur aslında o, gözlerini kapar ve dinler. 

S.D.: Bir öğretmen arkadaşımız var burada, köy okulunda. Kendisi işaret dili eğitmeni. Bu ara yoğun görüşüyoruz ve hatta bizim onunla ilgili bir projemiz de var. Bir de isterseniz bir gün onu da konuk alırsınız, ona da sorarsınız.

A.T.A.: Artık Sakat Muhabbet ve Alan Antakya programı gibi de olacak. ‘Artık yeter Alper, başka konuk da al’ diyecekler. Bizim keyfimiz yerinde. Gerçi Açık Radyo da hiç karışmaz öyle şeylere. Burada espri yapıyorum. 

Sağır ve ses olmazsa konusunu konuştuk. Peki, görme olmaz ise olur mu? Hareket ediyor, hopluyor ama çevresinde ne var ne yok bilmiyor, kör bir insan dans ederken ne yaşar, olur mu, olmaz mı? Buna dair ne dersiniz peki?

Kör Dans

D.K.: Onlar dans edebiliyor. Şöyle ki; biz mesela dansa ilk başladığımız zamanlarda beraber, eşli çalıştığımız derslerde eşlerden biri tamamen güvene dayalı olarak gözlerini kapatıyordu, diğeri de onu yönlendiriyordu. Hatta gözlerimizi kapatıp stüdyonun ortasında dans dersine başlıyorduk ve gözlerimizi açtığımızda çok başka köşelerde olduğumuzu farkediyorduk. Bence inanılmaz güzel bir duygu yaşıyorsunuz gözleriniz kapalı dans ettiğinizde yani her şeyi daha iyi duyduğunuz için ‘space’ dediğiniz alanı ve hem de timing’i de daha iyi hissediyorsunuz. Özellikle eşli işlerde tamamiyle teslimiyete dayalı çalışıyorsunuz. Biz buna güven çalışması diyorduk zaten. Hatta yanımızdaki partnerimizle birlikte gözlerimiz kapalı olduğu halde koşuyorduk. O yüzden bence görmeyen insanlar için hiçbir engel yok dans etmeye dair.

Topal Dans

A.T.A.: Ama şöyle bir şey de var dansa dair; ben kendim sakat, topal bir insanım, ayaklarımdan sakat bir insanım. Mesela ben bazen dans ederken bir anda şöyle oluyor; kendimi bırakayım, uçayım, gideyim diye hissetmeye başlıyorum ve hemen o anda da duruyorum. Diyorum ki, ‘Şimdi düşeceğim, millet panik olacak’. Millet panik olmasa kendimi bırakacağım bırakmaya ama hep o bir endişe oluyor bende. 
Evde, odamda coşardım bazen, müziği açardım, kanepeden yatağa, oradan yere böyle zıplaya zıplaya ter içinde kalırdım. O insana çok iyi geliyor mesela yani böyle bir yönü de var dans etmenin tek başına. Siz çünkü eşli dans ediyor ve koreografi yapıyorsunuz ama insanın hareket etme ve kendini bırakma ihtiyacı da var gibi geliyor bana. 

D.K.: Çok var. Benim her kafam takıldığında, her sıkışmış hissettiğimde yaptığım tek şey stüdyoya gidip kendimi tek başıma akışa bırakmak ve inanılmaz iyi geliyor. Bu, çocuklara da iyi geliyor. Bütün travmalar ve kaos içinde o kapıdan girip bedeni tek başına bırakmak ve akmak o kadar iyi geliyor ki... Kendileri de söylüyorlar zaten.  Yani ne zaman kafam takılsın veya takılmasın, iyi ya da kötü hissetsem o tek başına o bedeni bırakmışlık ve bedeni dinleme hali muazzam bir his.

A.T.A.: Son alt başlığa da geldim böylece. ‘Hareketin ve Dansın Olumlu’ etkisi ki tam da bu. Herkese iyi gelir de sakatlara sanki daha da iyi geliyor, ben böyle görüyorum. Spor yapan sakat insanların yaşadığı deneyimi gözlemledim. Spor da bir dans sonuçta, ona dair ne söylemek istersiniz.

Hareketin ve Dansın Olumlu Etkisi: Dansın ve Hareketin İyileştirici Gücü

D.K.: O ürettikleri, yaptıkları şeylere odaklandıkları için o anda hiç olumsuz bir şey üretmiyorlar. Sadece ona odaklandıkları için bence mutlu oluyorlar ve onlara çok iyi geliyor. 

S.D.: Dansın ve hareketin bir de iyileştirici gücü var yani ter döktükçe…

D.K.: Terlemek muhteşem bir şey zaten.

S.D.: Bir de ben sakat insanların sanki duyuları ve bedenleri ile daha barışık olduğunu düşünüyorum. Dans etmeyi ve hareket etmeyi sanki daha çok istiyorlar. 

A.T.A.: Hayata katılmayı aslında daha çok istiyorlar. 

S.D.: Aslında onun ne kadar kıymetli olduğunun daha bir bilincindeler diye düşünüyorum. Dansın kendisi için bir iyileşme aracı olduğunun farkında gibiler.  Bazen bizim stüdyomuza da geliyor birileri, yetişkin ya da genç hiç farketmez - sakat olmayan bireyleri kastediyorum – geliyorlar ve ne yapıyorlar, yaptıkları hareketler veya neden geldiklerinin hiç farkında bile değiller. Sakatlarda ise bu yok - duyusal ya da bedensel farketmez. Programın başında bahsettiğim ve bize dans öğrenmek istediğini belirten arkadaştan bahsedeyim; ‘Ben yapabilirim, benim için bir engel yok ki’ diyor.

D.K.: O kadar hoşuma gitti ki, kendini o kadar güzel ifade ediyor ki... ‘Ben çok severim dans etmeyi, önceden de çok iyi dans ederdim, şimdi de eminim çok iyi dans edeceğim’ diyor. Bu, depremde bir bacağını kaybeden ve komşumuz olan fizyoterapiste geldiğinde bizimle de tanışan arkadaş. 

A.T.A.: Didem Koban ve Süleyman Demirkol idi konuklarım. Kendileriyle ‘Sakat Dans’ üzerine konuştuk. Bilmiyorum, nasıl yansıdı size. Son sözlerinizi de alayım.

D.K.:Sakat Muhabbet çok ama çok keyifliydi ki geçen hafta da öyleydi. Biz bunu bence sık sık yapalım, bize de iyi geliyor. Biz de buradan çıkınca anlıyoruz bizde de bir sakatlık olduğunu, biz de sakatız çünkü. Bu ülkede bu işi yapıyor olmak, çağdaş sanatla uğraşmak pek akıl işi değil. Bize çok iyi geldi, iyi geldiniz. Yine devam edelim, yine ara ara buluşalım lütfen. 

A.T.A.: Elbette buluşacağız. Süleyman, sen neler söylemek istersin son söz olarak?

S.D.: Didem’e katılıyorum. Buradan dışarı çıktığımızda sakat olduğumuzun farkına varıyoruz, bizde de eksikliklerin olduğunu farkediyoruz. Türkiye’de ve dünyada da var bu durum - bizim yaptığımız iş alanından bahsediyorum. 

Ben son söz olarak şunu söylemek istiyorum; sakatlara akademi alanında okullara bence daha çok alan açılmalı. Dans alanındaki eğitmenlerimizin biraz daha üretken, biraz daha ufuklarının açık olması gerekiyor. Hazır ve yetenekli öğrenciler yerine biraz daha yetenek keşfi odaklı çalışmalarını çok isterim. Başka bir şey demek istemiyorum, gerçekten bunu çok istiyorum çünkü sürekli konservatuarlara en en en yetenekli öğrencileri seçme gibi bir durum var şu anda.

A.T.A.: Çok çok sağ olun Didem ve Süleyman, ikinci kez konuk oldunuz. ‘Biz de sakatız’ dediniz ya, benim Açık Radyo, Sakat Muhabbet’teki ilk konuğum, sizin de tanıdığınız, Ezgi Bakçay idi ve bizim konu başlığımız ‘İnsan Sakattır’ idi. Öyle başlamıştık biz aslında Sakat Muhabbet’e.  ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum ve dansçılar da konuğum olduğu için de, ‘Dans ederek eğleşin’ eklemesi yapıyorum. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.